Huzursuz Diyaloglarda Tiyatro Denemeleri

 

 

                                                               HAVVA'NIN KAYBI

 

                                                                        - Sahne I -

         Soğuk bir akşamüstü orta yaşlı bir erkek elleri cebinde, soğuktan ve kar yağışından kurtulmak için hızlı hızlı yürümektedir. Yürüdüğü sokaktaki bütün evlerin bacasından gökyüzünü siyaha boyayan dumanlar yükselmektedir. Yerlerdeki beyazlığı sokaktaki her evin önüne bırakılmış çöpler ve bir iki eski araba bozmaktadır. 

        Adem evine varmasına birkaç dakika varken yol boyunca düşündüğü kelimeleri istemsizce söylemeye başlar. 

Adem: Bu kahrolası yerde geçirdiğim üçüncü senem. İnanılır gibi değil. Üç senedir aynı yolu yürüyüp duruyorum. Annem haklıydı; babamın işini öğrenip memleketten ayrılmamalıydım. Bunlar edebiyattan ne anlar zaten. O müdürü de bir gün öldüreceğim. Neymiş efendim müfredata uymak zorundaymışım. Halbuki bu ülkede uylmaması gereken başlıca şeydir müfredat. O kadın da yine evde tabii. Terk edip gitmeye cesareti yok. Sesini duyar duymaz sinirlenmeye başlayacağım yine. 

(Kapıyı sert bir şekilde vurur. Ayakkabılarındaki ve paltosundaki karları temizler kapının açılmasını beklerken. Evin 80'lerde yapılmış bir hali vardır. Ufak bir bahçesi ve karlar altında kalmış köpek kulubesinin dışında anlatılası bir özelliği yoktur.)

(Derya yavaşça kapıyı açar ve gülümser)

Derya: Hoşgeldin beey. Üşümüşsündür. İçeri geçte üstünü değiştir.

Adem: Bey mi? Bu köylü kadınlarla yaşaya yaşaya iyice onlara benzedin. Ağam falan da dersin sen. Gerçi yakışmış ağazına, cahilliğini bu sözlerle taçlandırıyorsun. Havada kalan bir esere son bir söz yazılmış gibi tamamlamışsın kendini aferin. 

Derya: Anlamadım Adem ne diyorsun. Başladın yine anlamadığım dilden konuşmaya. 

Adem: Sen ne anlıyorsun ki bunu anlayacaksın. Derya Hanım kapıda böyle dikilmeye devam mı edeceksiniz? Beni öldürmeyi istiyorsunuz biliyorum ama soğuktan donup ölmem uzun sürer daha çabuk bir ölüm bu lütfen.

Derya: Onlar nasıl sözler Adem ya Allah seni başımdan eksik etmesin. (Kapının önünden hızlıca çekilir)

Adem: Etsin etsin. Etsin de kurtul benden, ben de senden. 

(Botlarını çıkarıp içeri girer. Islanmış çorapları renk değiştirmiştir. Kalın bıyıkları neredeyse kardan beyaza boyanmıştır. Orta boylu, biraz kalın ve kaba vüctlu biridir. Fırça gibi saçlarını sık sık geriye atmaya çalışır. Derya ondan biraz daha kısa, siyah saçlı ve beyaz tenli bir kadındır. Sabah eline ne geçtiyse giymiş ve bir daha üzerini değiştirmemiş bir hali vardır üstünde. Ev derli toplu ve temizdir Derya'nın aksine. İki katlı ufak bir evdir. Üst katta yatak odası ve banyo, alt katta ise oturma odası ve mtfak vardır. Oturma odasının yarısı büyük bir kitaplıkla iyice küçülmüş sadece ufak bir kanepeye yer kalmıştır. Eski tüplü bir televizyon kanepenin karşında yerini almmış ve yelevizyonun hemen yanında da eğri duran bir sandalye vardır. 

Derya: Aç mısın? Yemek hazır.

Adem: Dışarıda yedim. Bugün senin o kötü yemeklerinle kendimi zehirlemek istemedim.

Derya: Peki. (Yüzü düşer ve bir kabahat işlemişcesine yavaşça televizyonun yanondaki sandalyeye oturur.)

Adem: Bugün neler yaptın bakalım anlat.

Derya: Yemek, temizlik işte her zaman ki şeyler.

Adem: Zaten başka bir şey beklenmez senden. Bak şu sağ tarafta tahtadan kocaman bir dünya var görüyorsun değil mi? Kitaplık diyorlar insanlar ona. İçerisinde duranlar da kitap belki bilmiyorsundur söyleyeyim. Sobada yakmaya, bir masanın kısa ayağının altına koymaya ya da eskiden olduğu gibi günahmış gibi saklamakiçin değiller. Ayrıca korkmana da gerek yok, iki kelime öğrenince zehirlenmezsin yada kendinin kaybetmezsin. Yani tabii içinde bir Doktor Fastus var mı bilmiyorum ama. Gerçi sen ruhunu değil eski leğenleri, mandalları ıvır zıvırı falan satmaya kalkarsın. (Kendi kendine gülmeye başlar)

Derya: Okumam çok iyi değil biliyorsun ayrıca ne biliyim çocukluktan beri öyle bir alışkanlığım olmadı. Doktor Faustus kim ayrıca merak ettim ünlü biri doktor herhalde. (İçinden ezberlemeye çalışırcasına tekrar eder Faustus ismini.)

Adem: (Büyük bir kahkaha attıktan sonra) Evet, evet ünlü bir beyin cerrahı. Seni de mi göstersek acaba. Belki bir yardımı dokunur. 

Derya: (Yine bozulmuştur.) İlla dalga geçeceksin değil mi? Ne var yani bilmiyorsam kim olduğunu. Söylesen ölür müsün?

Adem: Bak orada kitabı var. C harfiye başlayan yazarlardan üçüncü yazarın ilk kitabı.

Derya: Hangi yazar anlamadım. (Hevesli bir şekilde)

Adem: Allahım kurtar beni bu eziyetten. Yok bir şey Derya boş ver sen. Haa bu arada o çok istediğin süpürge makinasını alma şartımı buldum.(Gülümser) Eğer bana Shakespeare'in döneminde yaşayan ve kedndisiyle çokça karşılaştırılan, genç yaşta ölen tiyatro yazarının ismini söylersen sana o süpürgeyi alacağım.

Derya: Ya Adem gözünü seveyim ben nereden bileyim. Ne anlarım ben tiyatrodan falan. Ne olursun başka bir şey söyle. (Neredeyse ağlayacal hale gelir. Shakespeare ismini de ezberlemeye çalışır.)

Adem: (Keyiften bir sigara yakar) Peki, bir ipuc daha vereceğim sana. İyi dinle bir daha tekrarlamam. ''Yüreğim o kadar katılaştı ki pişmanlık duyamıyorum. Kurtuluş, inanç, cennet sözünü eder etmez kulaklarımda korkunç yankılar gürlüyor,'' Faustus sen cehennemlik oldun'' diyor. Önümde kendimi öldüreyim diye kılıçlar, bıçaklar, zehirler, tabancalar, kementler, zehirli çelikler duruyor... Niçin öleyim? Niçin alçakça mutsuzluğa düşeyim? Kararımı verdim artık: Faustus hiçbir zaman pişman olmayacak...'' (Adem bunları söylerken parmaklarının arasındaki sigara gibi tükenmiş bir tavırla kanepeye yaslandı ve kafasını ellerinin arasına alıp acı içinde birkaç saniye durdu.)

Adem: Al işte sana eserden güzel bir tirat. (Dudakları titreyerek sanki söylediklerinden pişman olmuş gibi.) 

(Derya hiçbir şey söylemeden yavaşça sandalyeden kalkıp mutfağa doğru ilerler.)

Adem: Sana gitme demeyeceğim ama gitme. (Kısık bir sesle, neşesini kaybettiği bellidir.)

Derya: Almayacağım desen yeterliydi. (Sinirli bir şekilde Adem'e dönerek ve gözyaşlarına hakim olmakta zorluk çekerek.) Beni her zaman aşağlıyorsun, dalga geçiyorsun. Bilmiyorum işte edebiyat, afilli sözler falan. Neden her gün böyle üstüme geliyorsun?

Adem: Anlamıyorsun beni. Anlammıyorsun nasıl bir cehennem azabı çektiğimi. İçimde nasıl bir boşluk olduğunun farkında bile değilsin. Her geçen gün nasıl azaldığımı bilemezsin. Ben de sana böyle davranmak istemem ama...(Cümlesini yarıda kesip oturduğu yerden kalkıp, paltosunu giyip, dışarı çıkar.)

Derya: Allah belasını versin o günün. Allah belasını versin o...(Dudaklarından yine Faustus'u ezberlemeye çalıştığı görülür.)


                                                                            - Sahne II -

             

           Adem kasabanın kahvehanesinde tek başına oturur. Elinde fak bir not defteri bir yandan çayını içer diğer yandan da deftere bir şeyler yazar. Kahvehane ince uzun 8 tane masası olan, içerisinde genelde kasabanın yaşlılarının oturduğu bir yerdi. Soğuktan camlar buğulanmıştır. Radyoda sürekli eski türküler çalar ama kimse eşlik etmez.)

Çaycı: Adem abi bir çay daha ister misin?

Adem: Yok teşekkür ederim yetti. Söyle bakalım sana verdiğim kitabı bitirdin mi?

Çaycı: Az kaldı abi bitmek üzere.( Çekingen ve bir şey isteyecek bir tavırla cevaplar.) (Çaycı yirmili yaşlarında, kısa boylu, temiz yüzlü biridir. Babadan kalma mesleğinin hakkını verir şekilde çalışır.)

Çaycı: (Adem'e bir şey söyleme fırsatı vermeden) Abi bu kitap bitince, şu bahsettiğin uzn sakallı adamın kitabını verecek misin? İsmine dilim dönmüyor kusura bakma.

Adem: Önce okuduğun kitabı bitir onu sonra düşünürüz.

Kahvedeki Adam: Öğretmen Bey! Tamam öğretmensin, okumuş adamsın bir şey demiyoruz ama yeter artık karıştırma şu çocuğun kafasını kitaplarla. Sonra işini aksatıyor. Çaysız kalıyoruz burada. Bir de bu günlerde tutturmuş. Bak bak akıl veriyor bize. Neymiş efendim sattığımız buğdayı herkese aynı fiyattan satacakmışız. (Gülerek) Sen bu çocuğa biraz da ticaretle ilgili kitaplar ver. Ne dediğinden haberi yok çünkü bu çocuğun.

Çaycı: (Bie anda atılarak) Ne alakası var. Ben burada eşitlikten bahsediyorum. Hepiniz kapitalizmin kölesi olmuşsunuz. Değil mi ama Adem abi.

Kahvedeki Adam: Bir de tutturmuş ağızında hep aynı türkü, yok kapitalizmin kölesi oldunuz. Ya bu çocuğun haberi yok hiçbir şeyden. Ne köleliği oğlum, görmüyor musun televizyonu. Televizyonda koca başbakan diyor. Özgür ve demokratik bir ülkede yaşıyoruz diyor. Koca başbakan bangır bangır bağırıyor. Ondan daha mı iti bileceksin?

Çaycı: Adem abi bir şey söyle şu adama gözünü seveyim.

Adem: (Gülümseyerek) Ne desem boş be oğlm. İnsan kendinde ne eksikse onu bapğırırmış. (Masanın üzerine 2 lira bırakıp, paltosunu giyer ve kahveden çıkar.)

Çaycı: Görürsün amca bir gün özgür ve eşit bir ülkemiz olacak

Kahvedeki Adam: Allahtan artık eski zamanda değiliz, öyle olsa çoktan içeri atarlardı seni. Demokratik bir ülkede yaşıyoruz artık.


                                                                       - Sahne III -

 

(Adem ve Derya'nın evi. Akşamüstü, kar ve rüzgar pencereye yüklenirken, mutfaktan kaynayan çayın buhar sesi bir ıslık gibi odaya yayılır. Derya ve komşusu koyu bir sohbetin ortasındadı. Komşusu Derya'dan biraz daha büyük, siyah saçlı ve esmer bir kadındır.)

Komşu: Ya öyle işte Derya, kaynanamla kavga ettik. Ağzının payını verdim ama, öyle sus pus oturacak biri değilim ben. Bana bir haksızlık yapılıyorsa basarım yaygarayı. Bana haksızlık yapılınca sanki zincirlerle bağlanmış gibi hissediyorum ve kurtulmam gerekiyor onlardan.

Derya: (Sessizce mırıldanır) Promethes Unbound.

Komşu: Ne dedin anlamadım.

Derya: İyi yapmışsın ağzının payını vererek dedim.

Komşu: Keşke sen de yapabilsen bunu. (Çekinerek ve yarım ağızla)

Derya: Duydunuz değil mi yine kavgamızı. Daha doğrusu Adem'in bağırmalarını.

Komşu: Neye sinirlendi yine.

Derya: Kitaplarının tozunu alıyordum. Yanlışlıkla bazılarının yerini değiştirmişim. Başladı sen ne salak kadınsın, ne kadar cahilsin, okuma yazman da mı yok? Aynı şeyler işte.

Komşu: Buna nasıl izin veriyorsun anlamıyorm valla. Sana neden bu kadar sinirli onu hiç anlamıyorum. 

Derya: Anlatmıştım ya işte. Adem'in üniversitede tanıştığı ve çok sevdiği bir kız varmış. İsmi Havva. Ben de aralarına giren şeytanım işte.(Sessizce Paradise Lost dediği okunur dudaklarından)(Komuşusu son dediklerini anlamamış şekilde kaşlarını çatar.) (Derya devam eder konuşmaya),

Derya: Kız çok zeki ve edebiyatla ilgili biriymiş. Birbirlerini de çok seviyorlarmış ama üniversite bitmek üzereyken, onlarda yavaş yaval evlenme hayalleri kurarken, Adem'in okula gitmediği bir gün, bir olay çıkmış okulda. Tabii bu kızda en önde. Kızı tutuklayıp içeri almışlar ve...(Bir süre duraklar) Bir daha çıkamamış. Adem hala onun acısını çekiyor, unutamıyor.

Komşu: Acısını anlıyorum da sana niye bu kadar sinirli.

Derya: Benimle evlendiği, daha doğrusu babası yüzünden zorunda kaldığı için ve tabii asıl kızğınlığı aslında benim babama.

Komşu: Nasıl yani, babanla ne alakası var ki.

Derya: Benim babam eski bir polis ve o dönemde birçok kişiyi sorguya alıp...(Yine duraksar) öyle işte. Beni de bu sebeplerden yollamadı üniversiteye. Aslında çok gitmek istemiştim. 

Komşu: Sevdiği kadını da senin babanın öldürmüş olabileceğini düşünüyor.

Derya: Benim babam kimseyi öldürmedi. (Sinirli ve heyecanlı bir şekilde) Benim yemek yapmam gerek. Hadi sen de evine git itersen. Kocan merak eder. (Yolcu etmeden komşusunu mutfağa ilerler.)

 

                                                                     - Sahne IV -

Yorum Gönder

1 Yorumlar

  1. Sahne I Adem "Havada kalan bir esere son bir söz yazılmış gibi tamamlamışsın kendini aferin" ve sahne II Adem "İnsan kendinde ne eksikse onu bağırırmış."
    Devamı gelmeli, tebrik ediyorum.

    YanıtlaSil
Emoji
(y)
:)
:(
hihi
:-)
:D
=D
:-d
;(
;-(
@-)
:P
:o
:>)
(o)
:p
(p)
:-s
(m)
8-)
:-t
:-b
b-(
:-#
=p~
x-)
(k)