LİLİ
Üşümüş pencere buğusunu gagalayan bir kuşun tıkırtılarını dünyanın en güzel şarkısıymış gibi dinliyordu. Elindeki deftere sıkı sıkı sarılmış zamanın bitmesini bekliyordu. Aklında yeni bir güzellik arayışı vardı. Tanrıların yaratabileceğinden daha da güzel bir kadının varlığını görebilecek kimse yoktu etrafında. Yapayalnız bir ormanın ortasında küçücük bir evde mükemmel bir kadın kimsesizce doğayı ve kendini güzelleştirmeye devam ediyordu. Çıktı evinden ve yeni bir çiçek aramaya başladı. Geçen gün bir kardelenin parlaklığını aldı gözlerine ve bin yıl hediye etti kardelene. O elindeki defterde çiçeklerin dilinde cümleler yazardı. Bu sözler söylenince bir çiçeğe, ondan bir güzellik alıp, bin yıl daha ömür verirdi o çiçeğe.
"Sen ilk defa güldün
Melekler son defa ağladı
İsmin üvercinka diye anıldı
Ve toprak hep böyle haykırdı"
Bu cümleler bin yıl vermişti kardelenin ömrüne. Yüzündeki gülümsemenin sonu yok gibiydi. Hissedebiliyordu yüzündeki parlaklığı, öyle sıcak öyle yaşanılası bir parlaklıktı ki gökyüzündeki tanrıların gözü başka yere bakamıyordu.
Adımladıktan sonra ormanı bir süre buldu aradığı yeni çiçeği. Oturdu karşısına bir dua edecek gibi. Defteri açtı üşümüş parlaklarını da ısıtarak. Zihninnde bir kaos başladı. Hatıralar üst üste geliyor, çocukluğu yaşlılığına karışıyor, hızlı hızlı kimi sözler dökülüyor dilinden anlaşılmayan kelimeler. Kucağında defter, bir eli kalemde diğerini bastırmıştı toprağa. Bir şeyler alıyor gibiydi topraktan. Bu beyaz kadın şu kara toprağa nasıl da anlam katıyordu. Bir şarkı söylemeye başladı bir bülbül. Halbuki güllerin henüz vakti gelmemişti. Kelimeler dökülmeye başladı kağıda ve her harf bir kalp çarpıntısı yaratıyordu.
"Hüzündü bu yayılan
Acımasızca korkak aşıkları saran
Ve İnci ürkekçe uzanırken
Sonsuzluğun kendisine
Artık bu ülkede
Ne aşk olacaktı
Ne de adı anılacaktı"
''Lirio Del Valle By Muguet'' diye bir söz duyuldu uzaktan, bir ağacın arkasından. Gizli bir göz olmaması gereken bir yerdeydi. Çiçeklere ömür veren bu kadını izledi, izledi ve aşık olmamak elbette mümkün değildi. Daha yakından görmek istedi yürüdü yavaş yavaş. Tanrıların keyfi yerine geldi. Acı çekecek bir genç oğlan daha. Aşık hüzünlere yeni bir sayfa. Merhaba dedi çocuk. Kız çevirdi yüzünü yüzüne ağır bir acıma ile. Dudakları sızlarcasına kıvranıyordu. Bir söz söylemek zor hatta imkansızdı. Çocuk yineledi merhaba diye. Bir veda sözcüğü haline gelmişti bu kelime iş defa. Kız çevirince yüzünü defterine. Çocuğun gözleri karardı ve serildi yere sessizce.
Bir idam seyri hazırdı. Toplanmıştı çiçekler siyahlar giyerek. Çiçeklere ömür katan kız en ortada, Tanrılar gökyüzünden sesleniyor lili yavaş yavaş al nefesini bu çocuğun. Adı anılınca çiçeklerin tanrısının bütün çiçekler eğilirdi önünde saygıyla. Çocuk ayıldı ama dünyası hala zifiri karanlıktı. Bağırdı, yalvardı, hıçkırdı. Korku hissi çarpıp duruyordu ormanın içlerinde. Kimse ses etmiyordu. Lili yaklaştı çocuğa, ellerini uzattı alnına. Çocuğun sesi kesildi. Bir rüyaya daldı mutlu ve aşklarla dolu bir rüya. Mutlu ölmek herkesin hakkıydı.
"Aşık oldun sen sana
Dokunmalıydın bu güzelliğe
Eğer sevseydin beni, sevebilseydin yani
Yaşamı seçen bir ölüm anlatılırdı belki
Ölümün kıyısında, dalga geçen
Ölmeden de çiçek açabilen"
Çocuk artık yeni bir çiçekti. İsmi nergis olsun dedi tanrılardan biri. Kabul etti lili. Nergis talihsiz çalan eksik bir şarkı gibi yarım kaldı. Kendine gelip görünce lili yi, çiçeklerin tanrısını, eğildi bütün çiçekler gibi.
"Sen sonsuz güzellik, bin yıllık ömür ver bize ve mutluluk kat her faniye."
- Semih Aydın - 01:17
15.11.2021
-----------------------------------------------------------
O ESMER TENLİ KADIN
Saat 12 yi vurduğunda evinin kapısında dikilmiş o esmer tenli kadını gördüm. Adını bilmiyorum, o da bilmez benim adımı. Hiç karşı karşıya kalmadık. Son bir yıldır merdivenden çıkarken adımlarının seslerini ezberledim. Duyduğum gibi o sesleri koşup yapışırım kapıya yıllardır sevgilisine hasret kalmış bir adam gibi.
Bir yıl önce bir Kasım gününün öğleninde geç kalmış bir kahvaltıyı tamamlamaya çalışırken bir kamyon sesi pikabımda çalan Ella'ya engel olmaya başlayınca zorla kaldırıp kafamı aşağı doğru baktım. O esmer tenli kadın dikiliyordu kamyonun önünde. Bir şeyler söylüyordu kendisi bile duymazken sesini. Adamlar eşyalarını taşırken mahallemizi gizli gizli seyrediyordu. Bir adam hoş geldiniz, hayırlı olsun dedi, sessizce teşekkür etti. Başka biri yardıma ihtiyaç var mı dedi. Bir başkası gereksiz sorular sordu hızlı hızlı. Hepsini güzelce savuşturup uzaklaştırdı. Adamlar bitirince işini paralarını ödeyip adımlamaya başladı merdivenleri. İşte ilk defa o zaman duydum o hayran bırakan sesleri. Ve aşık oldum bir kadının adımlarının sesine.
Kurak ve eser bir şehrin belki de en güzel yerinde oturuyorduk, en güzel sokağı, en güzel binasında. Ki o esmer tenli kadın geldiğinden beri bu şehir bir fazla anlam kazandı. Şair babanın dizleri çınlar arada kulağımda "bu şehir güzelse senin yüzünden." Yüzüne okumak istediğim şiirlerden biri de bu. Bir diğeri her sabah uyanır uyanmaz dinlemeye başladığım "içimden şu zalim şüpheyi kaldır" ki gizli gizli kapısını dinlerken duyarım arada onunda bu şiiri dinlediğini. Yanlışlıkla benim kapımı çalan kuryelerden gördüğüm kadarıyla her ay bir şiir kitabı alıyor. Hepsi İsmet Özel olamaz ama sonuçsuz tahminlerim bir sonuca bağlanmıyor.
Bir akşam vaktinde bağıra çağıra bir şiir okurken duyduğumda onu. Sanırım ya kendi şiiriydi ya da henüz tanışmadığım bir şairin şiiri. "Sen bana neleri hatırlatıyorsun bilemezsin" diye başladı. Bu ilk cümleyi hazmetmem günlerimi aldı. Bir sevdiği vardı çok belli ama hiç evine gelmedi diye avuturdum kendimi. Hatta hiç kimse evine gelmedi. Bu yalnızlığı tanırım derim arada kendi kendime hiç istemesem de. Zamanda kaybolmak bu olsa gerek. Yalnızlığın içerisinde zamanını doldurduğu o adam kimdi öğrenmem gerekiyordu. Hem biraz daha fazla bilgi lazımdı onunla ilgili bir şiiri daha da anlamlandırmak için.
"O ilk gün ki milatıdır insanlığın
Ellerin bir bahar hediye etti bu kurak topraklara
Sesinden duyulan şiirler tanrının sesinden
Mucizevi bir cennet haberini almak gibi
Elbet kavuşacak kelimelerimiz bir kağıtta
Resmi kabul edilecek mutluluğun
Taze sabahlarda adımlarını duyunca
Esip gelir bütün aşklar ellerime
Nazende bir cümle dilimde yer eder
Lacivertler gömleğimle kapının arkasında
İlk aşık adam gibi cesaret edemiyorum itirafa
Kalbim haykırsa da bu sevgiyi
Adını bilmediğim bir kadına nasıl söylenir
Dört mevsimden en çok sana bahar açan
Ilık yağmurlar altında bir senin için ıslanan bir adam
Nasıl anlatılır adımlarının sesine aşık olmayı"
Pazar günleri hariç her sabah 7 de evden çıkar akşam 6 da evine geri gelirdi. Bir pazartesi günü ilk kez girdim evine gizlice. Fark etmesin evine girdiğimi diye parmaklarımın ucunda yürürdüm. Hiç dokunmadım eşyalarına, sadece saatlerce izledim, o yeni sıkılmış parfümünü çektim içime, içimde istemsiz sıcak bir pazar günü yaratırdı bu his. Bir odanın kapısı her seferinde kilitliydi. O kapının ardındaydı bütün giz. Günlerce bekledim o kapıyı açık bırakmasını. Bir gün girdiğimde evine ilk defa bu kadar dağınıktı evi. Dün gece bir ağrı fazla gelmiş gibiydi ona. Seni bir insan nasıl üzer, nasıl olur da yalnız bırakır diye hırslanırken o odanın kapısı açıktı. Adımlarım korkak olsa da takip etti yolu. Kocaman bir masa karşıladı odanın girişinde. Üzerinde bir sürü kitap, yalnız bir defter ve bir de o birinin resmi. Aylardır sakladığım şüpheler saçıldı yere. Bir sızı başladı sol tarafımda. Göz yaşım düşecek olunca yerlere fazla durmadan çıktım evinden gerekli bilgiyi de öğrenerek.
Bir pazar sabahı yine güzel bir şiir duyulurken yan taraftan hazırlanıp çıkmak için hazırdım bir yolculuğa ki biliyordum bu yolcuğun sonu başka birine bir yolculuk demek olacaktı. Ya bir ölüm daha seslenecekti uzaklarda bir camiide ya da bir kır bahçesinde bir sevinç seslenecekti benden ve o esmer kadından. Bir gün sonra döndüm evime tam da gittiğim saatte. O gün evine giremedim hatta balkonumdaki koltuktan kalkamadım. O akşam eve gelmeyeceğini biliyordum. Beklemedim duymayı adımlarının sesini. Hiç tanımadığım birini ilk defa bu kadar özledim bütün o sevmelerim bir yana bu özlem daha bir ağırdı. Tam bir hafta geçti yokluğunda. Her gün yeni bir cehennem sabahıyla başlar yine en sıcak yangınlarla son buldu. Tekrar tekrar okuyordum yazdığın şiirleri. Ya yanlış anladıysam diye şüphe bir karanlık gibi çöküyordu aklıma. Ama olamaz, ben usta bir şairim, bilirim kelimelerin dilini. Yapamadığını ben gerçekleştirdim senin için, bizim için.
Saat 12 yi vurduğunda evinin kapısında o esmer kadını gördüm. Adını bilmiyorum, o da bilmez benim adımı. Hiç karşı karşıya kalmadık. Son bir yıldır merdivenden çıkarken adımlarının seslerini ezberledim. Duyduğum gibi o sesleri koşup yapışırım kapıya yıllardır sevgilisine hasret kalmış bir adam gibi. Bu sefer adımların sesi bir hüzün anlatıyordu. İçime çöken bu hüzün yüz yıl yıkansa çıkmayacak bir leke gibi. Aynanın karşısında günlerce sürecek bir hayalin habercisiydi bu. Yüzündeki bahar solmuş, ellerini parlaklığı terk etmiş bir haftada ve tek sebebi benim. Siyah elbisesi bütün geceyi sönük bırakıyordu. Kapıyı açmak için elleri gitmiyordu, hareketsiz duruyordu. Kapıyı açıp sarılmayı düşündüm bir saniye, o an bitmeden benim kapıma doğru döndü. Gözlerindeki kızıllık bir ömür boyu oraya hapis olacak gibiydi. Ömrümün sonuna gelmiştim. Arkamdaki pencereden Azrail adımlamaya başlamıştı evimi. Kımıldamadan bir kapı yüzüme binlerce kez çarpıyor gibiydi. Yaklaştı iyice kapıya o esmer tenli kadın. Bir cümle söylüyordu tekrar tekrar yaklaştıkça anladım, bana değil cennete sesleniyordu, oraya mutlu bir haber, bana binlerce yıl sürecek bir ölümü hediye etti. Her yedi katlı gökyüzünü gördüğümde bir masum bülbülü öldürmüş gibi saplanıyor yüreğime acılar.
Bir daha onu hiç görmedim, bir daha hiç o adımlarının sesini duymadım. Yalnızca söylediği son cümle kaldı ve her saniye tekrarlanıp, ölmeden öldüren bir zamana hapis etti beni. Oysa ben iyi anlardım kelimelerin dilinden.
"Sen bana kavruk tenime yakışmayan hüzne inat hüma kuşunu hatırlatıyorsun"
- Semih Aydın - 01:23
09.11.2021
-----------------------------------------------------------
BİTMEYEN YALNIZLIK
Bölüm 1
Yine çok kötü bir sabah. Sen gittiginden beri zaman geçmek bilmiyor. Herkes ve her şey anlamsızlaştı yine. Saatin 7 den 8 olması sanki bir asır aldı. Berbat bir durumdayım. Yelkovanı takip etmekten bıktım usandım.
Diye düşünürken Ali, çalan telefon umutsuz ruh halini böldü. Arayan Ankara'da yaşayan annesiydi. Ece'nin gittigini boğuk ağlamaklı bir ses tonuyla anlattı annesine. Annesi ise bir kaç kuru cümle ile avuttu oğlunu ve akşam oğlunun doktorla olan randevusunu hatırlattı.
Az sonra ahşaptan, siyah, karanlık odasında oturup, pencerenin önündeki kuşların baharı karşılar tavırda ötmelerini izlerken kapı çaldı. Ali ağır ağır her zaman oturdugu koltugundan kalkerken duvarındaki Londra posterine bir kaç bakış atıp, kapıya dogru yöneldi. Gelen kişi yan komşusu Ayşe Teyze idi. Ali hemen onu içeriye davet etti ve çay suyunu koymak için mutfaga geçti. Ayşe Teyze'nin gelişi onu biraz o kasvetli havasından kurtardı.
Ayşe teyze 62 yaşında yüzünden gülımseme eksik olmayan ve herkese neşe saçan bir kadındı. Kocasını kaybedeli daha 3 sene olmuştu. Ali ile Ece nin Ayşe teyze ile tanışmalarıda o talihsiz günden bir gün sonra gerçekleşmişti. O gün iki sevgili kendilerine ev ararken, bir sokakta omuzlarin üstündeki tabutu ve o tabutun yaninda ağlayan yaşlı bir kadını gördüler. İkiside çok üzülmüştü bu olaya. Yagmurlu bu kasım gününde, karabulutlar dağılırken, yaşlı kadının yanındaki bir kaç eş dostta ayrılıyordu hızlı adımlarla. Ali ve Ece yaşlı kadının yanına yaklaşıp baş sağlıgı dilemek istiyorlardı ama çekiniyorlardi. En sonunda Ece öne atılarak:
— Başınız sağolsun, dedi.
— Dostlar sagolsun kızım, siz Mehmet Bey in eski ögrencilerinden misiniz ? diye sordu Ayşe Teyze.
Ne evet ne de hayır diyebildik yalnızca baka kaldık uzun uzun. Acısını paylaştığımızı anlar gibiydi. Hiç tanımıyor olsak da Mehmet Amca'yı da Ayşe Teyze'yi de bir anda onların ailesinden gibi hissetmeye başlamıştık.---------------------------------------------------------
BEYAZ ODA
BÖLÜM 1
Odada pencere yoktu. Saat sürekli 7'yi gösteriyordu. Ne zamandan beri odada olduğunu bilmiyordu. Bir ara neden saat 7 diye düşündü. Yine dünü düşünmeye başladı. Sabah 7 de uyuyordum akşam ise mutfakta yiyecek bir şeyler hazırlıyordum diye düşündü. Yine farklı yada tuhaf bir şey hatırlayamadı. Gözünü yine kapıya dikti. Kapıyı kırmayı planladı ama aslında kendisi de yapamayacağını biliyordu. Çelik bir kapıya benziyordu. Kendisi de zaten öyle kuvvetli bir adam değildi. Orta boylu, 30 yaşlarında, sakalsız, parlak gözlü ve güzel siyah saçlı bir adamdı. Babasının sayesinde girdiği bir bankada müşteri hizmetlerinde çalışan, anlayışlı, sakin, müşterilerle ve çalışma arkadaşlarıyla iyi anlaşan bir adamdı.
Çok acıktığını fark etti adam. ''Sanırım saat akşam 3 yada 4 falan olmalı'' dedi ama kendisinden hiç emin değildi. Odayı onlarca kez dolaşmış olmasına rağmen bir kez daha sağına soluna bakmaya, sağı solu kurcalamaya başladı fakat yine hiçbir şey bulamadı.Yorulduğunu hissetti, biraz da belki uyuyup uyanınca tekrardan kendi evinde olacağının hayaliyle yatağa uzanıp gözlerini kapattı.
Sireni andıran bir alarm sesiyle kesildi rüyası adamın. Rüyasında ne gördüğünü hatırlamıyordu. Alarma uzanıp kapattı. Kendi evinde olma umuduyla gözlerini yavaşça açtı ama yine beyaz odadaydı. Kapıya baktı, kapı yine aynı şekilde aralıktı ve bu sefer kapının önüne bir tabak yemek, su ve ekmek bırakılmıştı. Adam yine kapıya tedirgin adımlarla yaklaştı. Kapıya varmasına 2 adım kala kapandı yine kapı yüzüne. Yine beyaz odada tek başına kalmıştı.
- Semih Aydın - 18:04
29.06.2020
BÖLÜM 2
Yemeğe doğru adımladı, çok acıkmış ve bitkin bir halde, yemekleri hızlıca yemeye başladı. Tabaktaki her şeyi silip süpürdükten sonra, tabağın altında bir not daha buldu. Üzerinde ''ne yapmadığını'' yazıyordu. Dünkü kağıt aklına geldi hemen adamın : ''ne yapmadığını hatırla''. Bütün hafızasını zorlayarak tekrardan beyaz odaya kapatılmadan önceki günü düşünmeye başladı.
Sabah her zaman ki saatte uyanıp, sessizce kahvaltısını hazırlayıp, giyinip evden çıkmıştı. Hafif bir yağmur eşliğinde iş yerine doğru yürürken geçen sene ayrıldığı sevgilisi aklını oyalıyordu ve ne zaman sevgilisi aklına gelse bir anlık sinirle yaptım yoksa ona vurmak ister miydim hiç diye kendini kendine affettirmeye çalışıyordu. İş yerine geldiğinde her zaman ki gibi bir gündü. Birkaç iş arkadaşına selam verdikten sonra masasının başına geçti ve ilk telefonun gelmesini beklemeye başladı. İlk telefon geldikten sonra saatler sanki dakika gibi geçip gidiyordu. Öğle arasında iş yerinde tek başına yemeğini yeyip telefonun başına dönüp, telefonları açmaya devam etti. Saat 5'e geliyordu. Son bir telefon daha deyip cevapladı. Çok kısık bir ses geliyordu ve karşı tarafın ne dediği anlaşılmıyordu. çokta önem vermedi bu telefona, sadece aklında kalan kadının ''saat 7'de'' demesiydi fakat ondan bile çok emin değildi.İş yerinden çıktığından sabah ona eşlik eden yağmur yine yanında yerini almıştı. Ufak bir alışveriş yaptıktan sonra evine geldi. Önce televizyon başında biraz dinlendikten sonra mutfağa yemek hazırlamaya geçti.Yemek hazırlamaya başlamasıyla birlikte yan binadan sesler de duymaya başladı. Karı koca bağıra çağıra kavga ediyordu. Adam pek aldırış etmeden yemeğini pişirmeye verdi kendini fakat sesler giderek artmaya başlayınca acaba gidip bir baksam mı? diye düşünmeye başladı. Kapıya doğru yöneldi, kadının saat 7de dediğini duydu ve sesler kesildi. Döndü duvardaki saate baktı saat henüz 6 buçuktu. Yemeğiyle ilgilenmeye devam etti. İyi ki hiç karışmamışım bu kavgaya deyip, televizyondan bir müzik kanalı açıp, keyfini yerine getirip, iş yorgunluğunu üzerinden atmaya çalışıyordu. Yemeğini hızlıca yediğinde saat tam 7 olmuştu. Televizyonun sesini kıstı ve yan tarafta ne olacak diye kulak kesildi fakat hiç bir ses yoktu. Tam tekrardan televizyonun sesini açacakken, iş yerinde aldığı son telefonda duyduğu sesin kulağına geldiğini duyar gibi oldu fakat emin değildi ve yine önemsememeyi tercih etti. Akşamın geri kalan saatlerinde televizyonun karşısında geçirdikten sonra yatmaya gitti ve sabah kendini beyaz odada buldu. Adam artık yemek hazırlarken komşusundan gelen ses yüzünden burada olduğunu düşünmeye başladı. Acaba kadına bir şey mi oldu, ben gidip kapılarını çalmadığım için mi oldu? diye hayıflanmaya başladığı sırada karşısındaki kapı yavaşça açıldı. Parlak bir ışık geliyordu kapıdan, tedirgin olsa da kapıya doğru yöneldi ve bu sefer kapı suratına kapanmadı. Pek bir şey görmüyordu ama ilerlemeye devam etti. Işık iyice parlaklığını arttırdığında gözlerini sıkıca kapadı ve yine aynı kadının sesini duydu. Gözlerini açtığında iş yerindeki paydos zilini duydu. Adam yaşadıklarının hayal mi gerçek mi olduğunu kavramaya çalışıyordu. Beyaz odada geçirdiği her şey çok gerçekçiydi ama oraya nasıl düşmüştü yada nasıl kurtulmuştu anlam veremiyordu. Eve giderken aklında tamamen yan komşusu vardı. Yaşadığı apartmana birkaç ay önce taşınmıştı ve komşuların neredeyse hiçbirini görmemişti ve bunun için bir çaba da sarf etmiyordu. Apartmana girdiğinde ayakları titriyordu. Bir kat çıktı, dairesi koridorun sonundaydı. Yavaş adımlarla ilerliyordu, yan komşusunun dairesinin önünden geçerken durdu. İçeriden yine aynı ses geldi. Ne yapacağını bilmiyordu. Bir anda kapıya vurdu, zile bastı, cevap yoktu. Şiddetli şekilde kapıyı yumruklamaya başladı. Kapıya omuz atıp kırmaya çalıştı, olmadı bir kez daha sonra bir kez daha. En sonunda bütün gücünü toplayıp kapıya yüklendi. Kapıyla birlikte yere yuvarlandı. Ufak bir baygınlık geçirmiş gibiydi. Zar zor doğruldu. Yine aynı beyaz odada bulmuştu kendisini.
- Semih Aydın - 23:31
16.10.2020
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
KARA KAGAZ
Bölüm 1
"Tek bir cümle ile bir insanın hayatını baştan aşağıya değiştirmek, bu büyülü bir şey. Herkes beni kara kagaz diye çağırıyor ama ben bir büyücüyüm. Kara büyücü daha güzel bir isim" diyip ufak bir gülümsemeyle kasabanın merkezine geldi. Meydanda toplanmış kadınlar kara kagaza korkulu gözlerle bakıyordu. Kara kagaz kadınları görünce durdu ve hepsini tek tek inceledi. Hiçbirine bir saniyeden fazla bakmadı ve yürümeye devam etti. Önünde 3 farklı yol vardı. 3 yolun önünde durdu, cebinden mektubu çıkardı ve uzun uzun mektuba baktı. Sanki ilk kez görüyormuş gibi mektubu anlamaya çalışıyordu. Meydandaki kadınlar korkulu gözlerle hangi yoldan gideceğini bekliyorlardı. Kara kagaz en sonunda karar verdi ve ortadaki yoldan devam etti yürümeye. Kadınların yarısı derin bir nefes aldı. Biraz da olsa gülmeye başladılar. Geri kalanlar gergin bir şekilde takıldılar peşine. Kara kagaz önde peşinde 10 dan fazla kadın. Kadınlar evlerine gelince ayrılıyorlardı kara kagazın peşinden. Sokaklar geçildikçe kadınlar azalıyordu. Hava sanki her sokakta daha da soğuyordu ve kar şiddetini arttırıyordu. Bazen bu kadar şiddetli kar yağmasını bile kara kagazdan biliyordu kasaba halkı. Yeni bir sokağa girdiğinde peşinde yalnız bir kadın kalmıştı. Kadının evine yaklaştıkça kadın içinden bildiği bütün duaları okumaya başladı. Kara kagaz kadının evinin önünde durduğu anda kadının kalbi de durmak üzereydi. Cebinden yine mektubu çıkardı ve bir süre baktı sonra devam etti yola. Kadın derin bir nefes alıp evine koştu. Kadın 35 yaşlarında siyah saçlarının aynısı gözlere sahip, yüzünde derin yorgunlukları ve hüzünleri taşıyordu. Kapıyı hızlıca açıp içeri girdiğinde evde 2 kızını uyuyorken buldu. Hemen mutfaga gidip yemek hazırlamaya başladı. Kocası ve oğlu aylardır evden uzaktaydı. Gitmeden eşinin bıraktığı para bitmek üzereydi. Son günlerde çocuklara hazırladığı yemek iyice azalmaya başlamıştı. Kadın hem eşini hem de oğlunu çok özlemişti ama kızlarına belli etmemeye çalışıyordu. Her sabah uyanıp kapıya koşuyordu kocasından mektup gelip gelmediğini kontrol etmek için sonra çocuklarına yemek hazırlayıp öte beri evi temizleyip kasabadaki bütün kadınlarla birlikte meydanda toplanıp kara kagazı bekleyip, peşimden yürüyorlardı. Kara kagaz evini geçtikten sonra da eve girip çocuklarına yemek yapardı. Karanlık çöker çökmez çok fazla durmadan çocukları uyutup pencerenin önüne geçip dışarı izlemeye başlardı. Yine öyle bir gecede, kocasıyla tanıştığı ilk günü düşünürken kapının çalınmasıyla irkildi. Kapıya doğru yürürken çocuklarını uyandırmamak için özenle seçiyordu adımlarını. Kapıyı açtığında kimseyi göremedi. Sonrasında kapının önüne bırakılmış bir saati fark etti. Saat parlak ama biraz eski bir saatti. Arkasında kadının anlamadığı bir dilde yazan birkaç cümle vardı. Saati alıp kapıyı sıkıca kapattı. Saat tam 5 te durmuştu. Kadın saati kimin bıraktığına anlam veremese de çok beğenmişti ve hem eğer değerli bir şeyse satıp eve bir şeyler alırım diye düşündü. Bu karamsarlığın yoğun oldugu günlerde bu saat kalbini biraz ferahlatmıştı. Nedense saati kocasının gönderdiğini hayal edip mutlu oldu. Bu ufak mutluluk ve hayallerle uykuya daldı.
- Semih Aydın - 22:13
08.07.2020
Bölüm 2
''Ürkek adımlarla bir kapıya yaklaştı. Kapı açılmaya dünden niyetli gibiydi, bir saniye yetti sessizce açılması için. Ölmek için çok gencim, öldürmek için de ama yapmam gerektiği söylendi. Cebine gitti küçük parmakları, ufak bir bıçağı alıp yaklaştı evinde çocuklarıyla uyuyan kadına. İzledi birkaç saniye, sonra birkaç dakika. Belki saatler geçti. Güneş yüzünü göstermek istiyor gibiydi ve bu onun son uyarılmasıydı. Bıçağı havaya kaldırdı, sanki gökyüzüne kadar uzandı. Öyle ağır ağır geldi ve birden sessziliği kesip çarptı kadının boynuna. Bembeyaz o boyun kızıla döndü.'' Nefes nefese uyandı kara kagaz. Yaşının çok üzerindeydi bu yaşadıkları, omzuna yüklenen bu yük. Elleri istemsiz uyanır uyanmaz radyoya giderdi. Savaş haberlerini dinlerdi. Beklerdi ordunun Almanlara karşı zafer haberini. Kayıplar her geçen gün artarken, bu kayıplar kara kagaza bir yük olurdu. Şuana kadar birinin öldüğünü hiç görmemişti ama onlarca kişinin ölüm haberini verdi. Her haberde sanki kalbine bir kara nokta kondrurdu ve onların uçup gitmeyeceği lekeler olduğunu bilirdi. Büyüyünce bir ülke yaratacağım derdi içinden kendine tekrar tekrar, savaşın ve ölümün olmadığı bir ülke. Kendi parmaklarımla yaratacağım, özenle evleri dizeceğim, sınırsız ağaçlar ekleyeceğim. Kimsenin çalışmasına gerek kalmayacak. Ben bakacağım hepsine, ben yemek götüreceğim, ben elbise götüreceğim, ölüm haberi değil. Beni gördüklerinde bir gülümse belirecek yüzlerinde, bir sevinç, bir mutluluk, korku yada nefret değil. Ben hiç kimseyi öldürmedim, bir karıncayı bile incitmedim. Annemi kaybettim, babamı kaybettim, kimsesiz kaldım, kocaman bir evde. Yağmur yağınca sallanır, kar yağınca dışarıdan daha soğuk olur. Sesimi duyan yok gecelerde. Yaşadığımı unutmak isterler insanlar. Kayıplarının yerine benim kaybolmamı isterler. Halbuki ben de hevesli değildim insanların yüreklerine acılar saçmayı. Orduya katılacak kadar büyük yada okuma yazmayı bilmeyecek kadar küçük olmak isterdim. Fakat isteklerin bu yaşadığımız dünyada gerçekleşmeyeceğini anlayalı çok oldu. Kaybolmak istiyorum bu hayattan kimsenin haberi olmadan, hiç varolmamış gibi. Hatırlayıp ardımdan konuşacaklardır ama olsun en azından artık yüzleri bu kadar karanlık olmaz insanların.
Kapıyı açtığında yüzüne birkaç tokat attı kar rüzgarı. Gözleri doldu yine düşündükçe akşam yolunun kasabaya düşeceğini. Rüzgarda sendeleyerek ilerliyordu belediye binasına doğru. Ne kadar yaklaşırsa o kadar küçük kalbi ağırlaşıyordu. Belediyeye geldiğinde ufak bir kardan adama dönmüştü. Hemen koştu sobanın yanına, ufacık ellerini ısıtmak için. Birkaç dakika geçince o kimseyi bulmadan onu bulup yeni ısınmış ellerine bir mektup sıkıştırdılar. En azından tek bir mektup olmasına sevindi. Mektubun kime geldiğine hemen bakmaya gücü yetmiyordu. Uzun bir yol daha başlıyordu. Yollar kısa düşünceler çok uzun geliyordu.
- Semih Aydın - 22:18
18.07.2020
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Adam banyodan çıktığında çocuğunun ağlamasını duydu. Çabucak giyinip yanına koştu. Aslı'nın evde olmadığını görünce, alışkanlık kazanılmış ama her seferinde acıtan bir yaranın sızladığını hissetti. Çocuğu komşusuna verip kendini dışarı attı. Her kayboluşunda fark yerlerde bulmuştu Aslı'yı. Nereye gideceğine dair hiçbir fikri yoktu yine. Polisleri aramaya yüzü yoktu artık. Yine de en son çare onu düşünüyordu ve başladı yürümeye kocaman bir şehirde.
Aslı hiç tanımadığı bir dünyaya bırakılmış gibiydi. Kimseyi tanımıyor, nereye gideceğini bilmiyordu. Eve geri dönmeyi bile düşündü ama nasıl geri döneceğini de bilmiyordu. Evdeki adamı ve çocuğu hatırlamaya çalışıyordu. Evleneceği adama ne olduğunu, anne ve babasının nerede olduğunu da aklından çıkaramıyordu. Yine yürümeye başladı sokaklarda. Nedense sokaklar tanıdık gelmeye başladı. Biraz daha yürüdükten sonra birer birer tanıdığı sokaklar artıyordu. Ailesinin, bu sabaha kadar kendisinin de evini bulmuştu. Evin dışı tamamen değişmişti ama orası olduğundan emindi. Evin önüne geldi ve ufak bir tereddütten sonra zili çaldı. Karşısında annesini görmeyi beklerken tanımadığı bir kadın açtı kapıyı. Kadının Aslı'yı tanıdığı belliydi. Hoş geldin Aslı dedi ve içeri buyur etti. Aslı girmekten çekinse de içeriyi, odasını merak ediyordu. İçeri geçti ve kadından bir açıklama bekler gibi yüzüne bakıyordu. Kadın çok geçmeden sözlerine başladı '' Aslı, bugün 25 Temmuz 2006. Sen en son 16 Ağustos 1999 akşamı uyuduğunu hatırlıyorsun. 19 Ağustos gece büyük bir deprem oldu ve bu apartman yerle bir oldu. Seni göçük altından çıkardıklarında yaşama ihtimali vermemişler ama uzun bir süre hastanede kaldıktan sonra iyileşmişsin ama maalesef depremin yaşattığı travmadan dolayı Frequens Hodie denilen bir psikolojik hastalığın var. Her gece uyuduktan sonra beynin her şeyi unutuyor ve sen sürekli 16 Ağustos gününe uyanıyorsun. Bunu her söylediğimde çok üzülüyorum ama maalesef aileni ve evleneceğin adamı o depremde kaybettin.'' Aslı bir anda kalkıp kapıya doğru yönelmeye başladı ve evden kendini dışarı attı. Koşup uzaklaşmaya başladı. Kadın peşinden çıktı fakat yetişemedi sadece ''evdeki adam senin kocan, o çocuk senin çocuğun, onların yanına dön'' diye bağırdı Aslı'nın ardından.
Frequens Hodie kelimesini aklından çıkaramıyordu Aslı. Tanımadığı sokaklara geri dönmüştü. Gerçekten o kadının söyledikleri doğru muydu? Önce birkaç saniye yalan söyledi diye düşünüyordu sonra neden yalan söylesin ki diyip kendini kendisiyle bir tartışmaya giriyordu. Her gün aynı sabaha uyanmak ne kadar acımasız bir şey, bir de böyle felaket bir sabaha diye düşündü. Binlerce fikir aklından geçerken, aklına en çok takılan şeylerden biri de eğer gerçekten evdeki adam kocasıysa, kendisini evlenmeye nasıl ikna ettiğiydi. Sanki düşünceleri boğazına dizliyordu ve nefes almasını engelliyordu. Bir üst geçitten geçerken durdu biranda ve altından geçip giden arabaları izlemeye başladı. Her şey doğruysa ve iyileşemeyeceksem, neden böyle bir hayata devam edeyim ki dedi kendi kendine.
Adam saatlerce Aslı'yı arayıp bulamadıktan sonra en sonunda polise yine haber verdi. Sokaklarda dolaşırken Aslı'dan sonra eski evine o da uğradı. Kadın olanları anlatınca biraz da olsa yaklaşmışımdır diye sokakları koşarak gezse de yine de bulamamıştı Aslı'yı. En sonunda bütün ümitleri tükenince ve kızını da merak ettiği için eve doğru yürümeye başladı. Adam eve dönerken son 5 yılın yorgunluğunu da tanışıyordu. Aslı'nın liseden sınıf arkadaşı olan ve o zamanlardan beri Aslı'ya aşık olan ama hiçbir zaman açılamayan adam, depremden sonra kimsesiz kalan Aslı'yı sahiplenmişti. Her sabah yeniden kendini anlatıp, her gün onu kendine aşık etmeye çalışıyordu. Son bir senedir biraz daha düzelmeye başlamıştı Aslı hatta bazı sabahlar her şeyin farkında uyanıyordu. Ancak hangi gün olanları hatırlayacağını yada hatırlamayacağını bilmediği için her gün onun için evlenmek üzere olduğu bir adamı seven Aslı'yı kendisiyle evli olduğuna inandırmak zorunda olduğu bir güne uyanıyordu. Adam bazen Aslı'yla evlendiğine pişman oluyordu ama sadece onu tekrar görene kadar sürüyordu bu pişmanlık fakat bu sefer ciddi bir şekilde ondan ayrılmayı düşünüyordu. Hastaneye yatırılmasına bir türlü gönlü razı olmuyordu ama artık başka yapacak bir şeyi yoktu. Bir yandan da kızını düşünmek zorundaydı. Neredeyse her sabah onu tanımayan bir anneyle uyanmak onun için de çok zordu. Apartmana yaklaştığından evlerini içinde birinin yürüdüğünü gördü. Çocuğunu oyuncaklarım diye tutturmuş olduğundan yedek anahtarla eve girdiklerini düşündü. Merdivenleri adımlarken yarın başka bir sabah uyanmak zorundayım diye kendini ikna etmeye çalışıyordu. Kapıyı açtı ve Aslı'yı gördü. Çocuklarını kucağına almış ve saçlarını tararken kızının ona bir prensesin masalını anlatıyordu. Prensesin ismi Frequens Hodie miş dedi Aslı gülerek. Adam büyülenmiş gibi, dünyanın en güzel resmine bakıyor gibi taş kesilmişti. Sadece ağzından birkaç kelime döküldü. ''Frequens Hodie, yine uyanalım aynı güne''.
- Semih Aydın - 23:08
15.06.2020
0 Yorumlar