SATICININ ÖLÜMÜ
İki Perdelik Bazı Özel Sohbetler ve
Ağıt
ARTHUR MILLER
Amerika’nın
en büyük tiyatro yazarlarından biri belki de birincisi olan Arthur Miller 17
Ekim 1915 yılında doğmuştur. 89 senelik hayatına birçok tiyatro oyunu, film
senaryosu, roman ve makale sığdıran realist yazar Arthur Miller’ın Amerika’da
ve dünyada ünlü olmasının eserleri dışında Marilyn Monroe ile evlenip,
Monroe’nin ölümüne kadar süren birlikteliklerinin de kuşkusuz payı vardır.
Yazım hayatının büyük bir kısmında Norveçli yazar Henrik Ibsen’nin etkisinde olan Arthur Miller’ın eserlerinde aile içindeki sıkıntılar, geçim problemleri, ebeveyn ve çocuk çatışmaları, toplumsal ve ekonomik problemler ve bu problemlerin ailelerde açtığı başaramama ve kendini topluma ait hissedememe yaralarının üzerine bastıra bastıra anlatmıştır. Bu anlatıların en çok takdir gördüğü ve en büyük başarısını elde ettiği eseri ise ‘’Satıcının Ölümü’’ (1949) olur ve bu eseri ile Pultizer Ödülünü alır. Yazdığı ‘’The Crucible’’ adlı tiyatro esrinden dolayı bir dönem Amerika’da komünist olmakla suçlanmış ancak yalnızca para cezası almış olan Arthur Miller bir başka eserinde (Playing for Time) babasının da bir Yahudi göçmeni olması nedeniyle de zamanının Nazi Almanya’sını eleştiren ve Yahudilerin çektiği eziyetleri anlattığı için yine gündeme gelmiştir. 70lerin sonu ve 80lerin başıyla birlikte giderek ününü kaybeden yazar 10 Şubat 2005’te 89 yaşında ölmüştür.
Karakterleri ve genel hikayeyi özetlemek gerekirse esere ismini veren ‘’Satıcı’'nın kim olduğundan bahsederek başlamak en doğrusu olacaktır. Willy adında 60 yaşının geçmiş bir satıcı hikayenin temelinde duruyor. Eser boyunca çocukluk yıllarından beri satıcılık mesleğini yaptığından bahsetse de tam olarak ne satmaya çalıştığını söylemez. İlerleyen yaşının da etkisiyle artık uzun yolculuklara çıkamayacak hale gelen Willy, giderek akıl sağlığını da kaybetmektedir. Çevresindeki insanlara Amerikada onu herkesin tanıdığını, ünlü bir satıcı ve harika bir işi olduğundan bahsetse de kendisi de artık bu işi yapamadığının farkındadır ancak ne zaman bunu söylemeye çalışsa karısı Linda buna izin vermez. Linda sürekli Willy'nin çok iyi durumda olduğunu, harika biri olduğunu söyleyip onu gerçeklerden uzaklaştırmaya çalışır. İki tane erkek çocukarı vardır: Happy ve Biff. İkisi de 30 yaşlarında ve ikisi de doğru düzgün işi olmayan kişilerdir. Happy ismiyle de benzer şekilde geçmişte yaşanmış ve yaşanan olayları çok önemsemeden kendi mutluluğunu sürekli kadınlarda arayan birisidir. Babasından da sürekli duyduğu üzere pek başaramamış olasa da önemli bir mağazada bir satış elemanı olmaktır amacı ve daha fazla kadın elde etmek. Biff ise çok önce ailesinin yanından ayrılıp uzaklarda geçici işlerde çalışmıştır ve hikaye eve geri dönmesiyle birlikte başlar. Willy'nin Biff'e karşı beslediği büyük bir kızgınlığı ve hayal kırıklığı vardır. Biff lise son sınıftayken matematik dersinden kalıp üniversiteye gidememesiyle başlayan hayal kırıklığı giderek büyür. O zamana kadar Willy'nin büyük beklentiler içerisinde olduğu ve taparcasına sevdiği ve başaramadığı her şeyi onun sayesinde gerçekleştireceğine dair Biff'e olan umutları yavaşça son bulur. Matematik dersinden kaldıktan sonra yaz okuluna gidip yine de dersten geçme şansı olsa da Biff'in babasını otelde bir kadınla gördükten sonra bütün umutlarını kaybedip, bütün hayallerinden vazgeçer. İkisi de birbirini suçlar. Eser içerisinde olaylar o kadar iç içe geçmiştir ki aslında bazen hangi olay ne zaman yaşandı yada hangi olay hangisinin nedeni yada sonucu anlamak zor bir hal alır. Yine de yıllar sonra evine dönen Biff'e karşı öfkesi olsa da Willy'nin bir yandan da hala onunla ilgili umutları devam etmektedir. Artık çalışamayacak durumda olan ve borçlarını ödeyemeyen Willy'nin tek umudu yine çocuklarıdır. Biff'in eski bir arkadaşından borç isteyip kardeşiyle birlikte bir iş kuracağını söylemesiyle aileden yeşeren umutlar, bu girişimin başarısız sonuçlanmasıyla umutsuzluk ve baba ile oğulun arasındaki gerilimin ve çatışmanın iyice artmasına neden olur. Sevgi ve nefretin iç içe geçtiği hikayede bütün bir ömrünü bir şeyler satmaya çalışarak geçiren bir adamın başarısızlığını izlemek ve eski zamanlara duyduğu özlemi hissetmek mümkün.
'’Bizi buraya öylesine tıkadılar ki. Kiremitler ve pencereler, pencereler ve kiremitler.’’This Be The Verse - Philip Larkin Bu Şiir Olsun
They fuck you up, your mum and dad. Annen ve baban seni mahveder
They may not mean to, but they do. Yapmak istemiyor olabilirler ama yaparlar
They fill you with the faults they had Yaptıkları hatalarla ve bazı fazladan şeylerle
And add some extra, just for you. Doldururlar seni, yine senin için sadece
But they were fucked up in their turn Ama onlar da mahvedilmiştir
By fools in old-style hats and coats, Eski moda şapkalar ve montlar içindeki aptallar tarafından
Who half the time were soppy-Stern Onlar ağlak ebebeynlerdi bazen
And half at one another’s throat. Ve bazen de bir başkasının dar boğazı
Man hands on misery to man. İnsan kederini kendi çocuğuna geçirir
It deepens like a coastal shelf. O tıpkı sahil kıyısının sığlığı gibi derinleşir
Get out as early as you can, Erken kurtul onlardan olabildiğince
And don’t have any kids yourself. Ve asla çocuk yapayım deme.
- Semih Aydın -
0 Yorumlar