BARTLEBY
SENDROMU
Yapmamayı tercih ederim…Bir insan ömrünün bir döneminden sonra nefes
almamayı tercih edebilir mi?, yada yemek yememeyi, su içmemeyi tercih edebilir
mi? Ediyor. Yazarlar dünyasının en garip, en korkulu ve çaresi olmayan bir
hastalığından bahsedicez Bartleby Sendromu. Bir yazarın yazmayı bırakması nasıl
tarif edilebilinir?Gerçekten bir insanın nefes almayı bırakması gibi bir şey
olsa gerek. Her ne kadar okuyucu için çok hüzün dolu bir olay gibi gelsede yazamayı
bırakan yazarların bir kısmıda bu olayı bir kaçış, kurtuluş yolu olarak görmüştür.
Yazmaktan kaçmak çok tuhaf bir çaba. İnsan illa kağıda yazmaz, aklına yazar,
kalbine yazar ama illa ki yazar. Bunu kağıda dökmeme çabası bana her ne kadar
boş bir çaba gibi gelse de bir çok büyük ustadan iyi bilecek halim olmadığından
yorumumu uzatmadan bartleby sendromu isminin nereden geldiğinden bahsetmek
istiyorum.
Amerikan edebiyatını en önemli yazarlarından bir olan ve insanların
genellikle Moby Dick eseri ile tanıdığı Herman Melville’in Katip Bartleby
kitabı ve bu kitaptaki Bartleby karakteri bu lanete isim verendir. Herman
Melville Katip Bartleby’i yazmadan öncede bazı yazarların yazmayı bırakmasına
rağmen insan,deniz hayatı ile ilgili bir çok eser yazmış olan Herman kaptanın
sadece bir ofis odasında geçen bu eseri yazmasaydı bu lanet başlamayacaktı
belki de diye düşünmeden edemiyor. Eserde Bartleby karakteri patronun verdiği
yazma işlerine – Bartleby bir yazmandır- ‘’yapmamayı tercih ederim’’ diye
karşılık vermesi ve bütün gün boyunca masasını karşısındaki pencereden
karşındaki duvarı izlemesi ile bir nevi yazmaya açtığı savaş ile edebiyat
dünyasından bir çok üyeyide yanına almış ve bu kervana katılıp kaybolmuşlardır.
Aşağıda her birini ayrı ayrı işleyecegimiz zirvedeyken yazarlığı bırakan ya da
bırakmak zorunda kalan yazarların isimleri; muhteşem bir oyun yazarı ve şair
olan Oscar Wilde, bir sabah uyandığımızda olmak istediğimiz Gregor Samsa yani
Franz Kafka, bu sendroma ismini veren Herman Melville, büyük Rus yazar Leo
Tostoy ve digerleri. Her birinin dünyasına ve edebiyatına kısaca göz atıp
yazarlığı bırakmalarının nedenlerini konuşacağız.
OSCAR WİLDE
O kadar güzel tiyatro
eserleri ve şiirler yazmışken yazmayı bırakması, Wilde’ın ‘’herkes
öldürür sevdiğini’’dediği
gibi, yazmayı bırakması edebiyatçıları biraz üzmüş, biraz da öldürmüştür.
“Yaşamı
tanımadan önce yazıyordum; şіmdі yaşamın anlamını bіldіğіm іçіn yazacak bіr
şeyіm yok.”
Diye anlatır yazmayı bırakmasını.
Acaba neydi yaşamanın anlamı, neyi anladı yada neleri kaybettiği için bıraktı
yazmayı. Oscar Wilde ömrü boyunca bir çok şeyini kaybeden bir insan oldu. Önce
eşi Constance Llyold’u daha sonra bu eşinden olan oğlu Cyril de Birinci DünyaSavaşı sırasında kaybetmiştir. En
sonunda yazarlığı bırakacak bir hayatın trajik sonundan önceki ilk adımlardı
bunlar. Karısını ve oğlunu kaybettikten sonra ne düşündü bilemeyiz ama değişen
cinsel tercihi hakkında birkaç fikir ortaya atabiliriz.
"Cuma
saat 7:30'da Portland Sokağındaki Pagani'ye akşam yemeğine gelin. Kıyafet
önemli değil. Biz bize olacağız ve bir matara da İtalyan şarabı. Ardından
sigara içer, gazete makalesi hakkında konuşuruz. Sonra sizin odanıza gidebilir
miyiz? Ben çok uzaktayım ve kulüplere girmek de zor oluyor... Perşembe akşamı
görüşünceye dek... Bütün bunlar çok yanlış, öyle değil mi? Hürmetle, Oscar
Wilde."
Bu sözler Wilde tarafından bir dergi
editörü Alsager Vian adındaki bir erkeğe yazılmıştır. Vian’ın ailesi tarafından
mektuplar fark edilmiş ve kendisine hemen bir eş bulunarak evlendirilmiştir. Bu
olayın üstünden çok vakit geçmeden Oscar Wilde belki de hayatını alt üst edecek
olan Lord Alfred Douglas ile tanışır. O meşhur ‘’Herkes Öldürür Sevdiğini’’
şiirini yine bu toplum tarafından iyi tanınan aristokrak bir ailenin ferdi olan
Lord ALfred Douglas’a yazdığı söylenir. Aralarındaki cinsel ilişkiyi Lord
ALfred Douglas!ın babasının öğrenmesinden sonra Oscar Wİlde sevgilisi için 2
yıl hapis yatar. Hapiste yattığı bu süre boyuncada sevgisinin onu yazlnız
bırakarak terk etmesinin de acısını çeker. Hapiste kaldığı yıllarda ve
sonrasında bütün itibarını kaybeden ve İngliz halkı tarafından yerden yere
vurulan Oscar Wilde hapishaneden çıktıntan sonra hemen sonra bir daha dönmemek
üzere Fransa’ya gitmiştir. Kendisini tamamen içkiye ve eşcinsel ilişkilere
veren Oscar Wilde yazmayı da tamamen bırakmıştır. 30 Kasım 1900’da bir otel
odasında ölü bulunan Oscar Wİlde cenazesinde yalnızca 7 kişi ile uğurlanırken,
ömrü boyunca yaşadığı bütün hazlar ve acılar ile birlikte Bartleby Sendromu’nun
bir kurbanı olarak öteki dünyaya yola çıkmıştır.
FRANZ KAFKA
Belki de her kitap onun başladığı gibi güzel
ve merak uyandırıcı olmalıdır: “Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında
dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu…”Franz Kafka; bir dahi, bir usta, varoluşun
acısını en derinden yaşamış bir insan, babasını hiçbir zaman sevmedği oğul,
ailesi Almanlar tarafından öldürülen bir Yahudi, Milena’ya yazılan aşk mektuplarını
sahibi. Yazmayı bırakan hatta insanlar tarafından ölmeden önce tanınmayan bir
yazar. Bütün yazdığı o güzel eserleri arkadaşı Max Brod’a öldükten sonra
yakması için vermişti. Çünkü yazdığı şeylerin beş para etmez ve fazlasıyla
kişisel şeyler olduğunu düşünüyordu. Ne kadar şanslıyız ki arkadaşı onunla aynı
fikirde değildi.
"bak
milena, seni çok seviyorum diyorum ama sanırım gerçek sevgi bu değil; sen bir
bıçaksın ve ben de o bıçakla durmadan içimi deşiyorum dersem belki gerçek
sevgiyi anlatmış olurum."
Franz
Kafka Milena’ya olan sevgisini böyle tarif eder. Evli ve kendinde çok uzakta
olan bir kadına aşk mektupları yazmak. Hiç kavuşamayacağın bir sevdaya bu kadar
tutkun olmak. Hiçbir zaman yaşayamadığı için hayattaki varoluş çabasınada zaten
yaşamak demiyen Franz Kafka ömrünün son zamanlarında da yazmanın o muhteşem
noktasına hiçbir zaman ulaşamayacağını düşündüğünden yazmayı bırakmıştır. ‘’ne
kadar yürürsen varış noktasından o kadar uzaklaşırsın’’ diyen bir insanın
yazmaya, ailesi tarafından anlaşılmaya ve Milena’nın onu sevmesine hem bu kadar
yakın hemde kaf dağı kadar uzak olması anlaşılabilir.
3 Haziran 1924’te hastahene odasında kan kusarak,
anlaşılmamanın, var olmanın ve kavuşamadığı aşkının acıları ile hayata gözlerini yuman Franz Kafka’da
Bartleby Sendromu’nun en eşsiz üyelerindendir.
HERMAN MELVILLE
Yaşadığı dönemde değeri bilinmeyen
Amerikan Edebiyatı’nın nadide yazarlarından ve tabi ki Bartleby Sendromu’na
ismini veren eserin sahibi, denizci, katip, yazar Herman Melville. Çocuklu
zorluklar içinde geçen Herman Melville geçlik yıllarından itibaren bir çok
ülkeyi gezdiği ve çalıştığı denizcilik yılları başlar. Hayatı, yazmayı ve
sessizliği yani susmayı yada yazmamayı belki de yine bu yıllarda öğrenir.
Muhteşem eseri Moby Dick deniz yılları bittikten sonra Amerika’da yayımlandı.
Aslında bu yıllarda fene olmayan bir üne kavuşmasına rağmen insanlar diğier
eserlerine pekte önem vermedi. Denizcilik yıllarından sonra Boston’da yazman
olarak çalışmaya başlayan ve ufak işlerle uğraşan Herman kaptanın yazmayı
bırakmasını belkide kendisinin şu sözlerinden daha iyi açıklayamayız: ‘’Sessizlik evrenin genel yoğunlaşma halidir. Sessizlik
Tanrısal Ruhani’nin elini dünyanın üzerine koymasıdır. Sessizlik, doğanın hep birden en zararsız ve en müthiş şeyidir. O, kaderin Saklı Güçlerini
anlatır. Sessizlik Tanrı’mızın tek sesidir.’’Sessizliği bu kadar güzel anlatmışken ona nasıl yazmayı bıraktın diye
sormak sanırım biraz anlamsız olur sanırım.
‘’Her şeyi denerim ama
yapabildiklerimi yaparım’’ derkende anlaması zor olmasa gerek günümüz edebiyat
dünyası böyle düşünmesede, Herman Melville kendisinin yazarlığı yapamadığına
karar vermiş olsa gerek ki ömrünün son yıllarında elini kaleme sürmemiştir.
Hayatını son yıllarında tıpkı Bartleby gibi New York’ta bir büroda sıkıcı
işlerler ömrünü tüketen Herman Melville 28 Eylül 1891’de kimsenin tanımadığı ve
yazarlığı bırakmış bir Bartleby üyesi olarak hyatını kaybetmiştir.
LEV TOLSTOY
Lev Tolstoy, evet, o uzun
sakallı, çirkin suratlı, Anna Karenina ve Savaş ve Barış’ın sahibi Rus yazar
abimiz. O da bir bartleby üyesi hem de ömrünün son demlerinde.
Rus edebiyatını o ayrıntılı
tasvirlerinin en güzel örneklerini dünya edebiyatına kazandıran Tolstoy gençlik
yıllarında Rus ordusunda uzun süre görev yapmıştır. Sağlığından dolayı ordundan
ayrıldıktan sonra savaşta gördüğü olaylar gözünün önünden gitmemiş olsa gerek
ki ne iş yapsa ona yeterli gelmemiş. En sonunda sıkıntıdan yazmaya başlamıştır.
Sıkıntıdan yazamaya başlayan bir adam dünya edebiyatını en önde gelen
isimlerinden biri haline gelmiş olması her ne kadar garip ise yazmayı
bırakmasıda en az o kadar gariptir.
Lev Tolstoy evinden, eşinden ve
çocuklarından ayrılırken şu mektubu yazar: ‘’gidişim sana acı verecek, üzgünüm,
bana inan ve başka türlü yapamayacağımı anla. Benim evdeki durumum çekilmezdi
ve çekilmez oldu. Öteki nedenlerin yanısıra, şatafatlı koşullar içinde, eskiden
olduğu gibi, yaşamayı sürdüremedim ve benim yaşımdaki ihtiyarların göreneğine
uyarak, dünyayı terk edip, yaşantımın son günlerini sessizlik ve yalnızlık
içinde geçirmek istedim…’’ ailesine ve bütün edebiyat dünyasna bundan daha
güzel sözlerle vede edilemezdi sanırım. Gizlice ve sesizce evinden uzaklaşıp
ölüme belki de onun için bir mutluluğa doğru giden bir hayat. Ne oldu da 82
yaşında böyle bir karar aldı tam olarak anlamamız ne kadar zor olsa da belki de
aile ile ilgili söylediği şu sözle Lev Tolstoy ile çıktığımız bu Bartleby
yolculuğuna son verelim.
‘’bütün mutlu aileler birbirine
benzerler, her mutsuz ailenin ise kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.’’
Bu mutsuzluğu 82 yaşında fark eden Lev Tolstoy
evinden ve kaleminden ayrılıp kimsenin kendisini bulamayacağı uzaklara doğru
yola çıkar. Ama ne acı çok fazla uzaklaşamadan bir tren istasyonunda hayatını
kaybeder. Bir çoklarına göre bu tren istasyonundan İstanbul’a doğru gittiğidir.
Ömrünün son günlerini belki de İstanbul’da geçirmek için çıkalan bu yolculuğun
bir diğer adıda Bartleby yolcuğudur.
Ne de “elveda”dan bu yana bir gülüş salıverdi dudaklarım.
Dönerek açılan bir deniz kabuğu gibi sessizce
Geçerken gün genişler aramızda mesafe.
Açlığa ve yalnızlığa rağmen dayanır aşk yine de.
Yüreğimin çevresine tutunur her gece
Bir kumrunun kanatları taşkın nezaketle,
Ve buluşma yüzüğündeki aşınmış mavi taş daha da parlar.’’
(sürgün)
Aşka aşık bir şair daha. Şiirindeki hiç gelmeyecek ama o beklenen kadın hep acaba diyerek güne uyandırıyor insanı. O hoş o tavırlı melankolik hava bir akşamüzeri gibi çöküyor insanın yüreğine sessizce ama derinden. Sonrasında kadın gelmez ve adam terk-i diyar eyer. İşte belki de tamda bu şekilde oldu Hart Crane’in zamansız vedası.
’’çölde hayvani, çıplak bir yaratık gördüm
yere çömelip oturmuş,
avuçları arasında tuttuğu yüreğini
yiyordu.
"lezzetli mi dostum" diye sordum.
"acı...acı" dedi.
"ama acı olması hoşuma gitti.
"çünkü o benim yüreğim."
Onun yüreğiydi bu şiirleri yazan, yine onun yüreğiydi belki de her şair gibi gelmeyen aşkı bekleyen ve yine onun yüreğiydi yazmaktan ve hayattan vazgeçen. 1932 yılında ne var ne yoksa bırakıp bir gemiye atlayıp, belki de ona gelmeyeni bulmaya gitti Hart Crane. İki rivayet vardır ölümüyle ilgili. İlki bu deniz yolculuğuna çıktıktan sonra bir daha hiç görülmediğidir. İkincisi ise yine aynı deniz yolculuğunda insanların gözü önünde son sözünü söyleyip okyanusun serin sularına aynı zamanda ölümün kucağına atlamasıdır. Son sözleri ise bir Bartleby üyesine yakışır şekildedir: ‘’hepiniz hoşça kalın’’.
J.D. Salinger, belki de Bartleby üyelerinin en Bartleby olanıdır. Bilmiyorum Amerikalı ve başyapıtı Çavdar Tarlasında Çocuklar’dan bahsetmeye gerek var mı? Salinger yazarlık hayatı boyunca edebiyat dünyasında büyük ilgi görmüş bir yazardı. Hatta yazarlığı bıraktıktan sonra bile hayranları onun peşini hiç bırakmadı ama o okurlarını terk etmeyi tercih etti.
’’Ben kimsenin ardından, "İyi şanslar!" diye bağırmam. O ne korkunç bir sözdür, bir düşünürseniz.’’
Kimse de onun arkasından iyi şanslar dileyemedi. Sessiz sedasız bir gün yazmayı bıraktı ve tam 45 yıl boyunca elini kaleme sürmedi. Ne bir satır yazısı çıktı ne bir fotoğrafı yada bir söyleşisi. Herkesten her şeyden kaçtı.
’’Yaşlanmak; imkânlarınızın artması; ama onları kullanma gücünüzün kalmamasıdır’’
Gençlik yıllarında kaldığı yatılı okulda geceleri yatağında gizlice yazmaya başlama serüveni bir yaştan sonra yine gizlice sona eren Salinger’in yaşlanınca imkanları kullanacak gücünün kalıp kalmadığını bilemesek te ardında peşine dedektif takacak, yaşadığı evin önünde bekleyen bir çok okurunun olduğunu biliyoruz. Ne oldu yazmayı belki de edebiyat dünyasının zirvesindeyken bıraktı? Bu cevabı olmayan sorular cennetinde yerini alırken J.D. Salinger’de 2010 yılında söylentilere göre merak sardığı Budizm’deki nirvanaya ulaşıp bu dünyaya bir Bartleby olarak veda etti.
KISSADAN HİSSE ŞİİRİ
- BİR HAYAT DÜŞÜN -
SEMİH AYDIN
ARTHUR RIMBAUD
Dönmeli,
geri gelmeli,
O sevdalar çağı.
Dayandım nasıl da
Unutamam bir daha artık,
O korkular, kaygılardı
Uçup gitti göklere.
Bir belalı susuzluk
Kabartıyor damarlarımı.
O sevdalar çağı.
Dayandım nasıl da
Unutamam bir daha artık,
O korkular, kaygılardı
Uçup gitti göklere.
Bir belalı susuzluk
Kabartıyor damarlarımı.
Şiirin dahi çocuğu Arthur
Rimbaud. Uçarı, aykırı ve kalıplara sığmayan ufacık bir çocuk şiir dünyasını
daha 16 yaşında yazdığı şiirlerle damga vurmuş bu çocuğun şiiri hayatı gibi
ömrü de kısa sürmüştür. 37 yaşında hayata gözlerini yumarken, bu kısa hayatına
bir çok şiir, bir çok sansasyonel ilişki, bozuk aile bağları ve bir çok macera
sıkıştırmıştır. Paul Verlaine ile olan ilişkisi başka bir yazıda konumuz
olacağı için bahsetmeden başka bir şiirinden bir alıntı yapmak istiyorum.
’’…Aldım başımı kaçtım.
Ey büyücüler, size ey
bahtsızlık, ey nefret, hazinem size emanet.
Azmettim, söndürdüm içerimde insan ümidi adına
ne varsa. Bir yırtıcı hayvan amansızlığıyla atıldım
üzerlerine boğayım diye cümle sevinci.
Cellatlara seslendim, ısırayım diye ölürken
mavzerlerin kabzalarını. Seslendim salgınlara,
boğsunlar istedim, kan içinde, kum içinde beni. Tanrı
bildim musibeti. Gırtlağıma kadar battım çamurlara.
Cürümün ayazında kurundum. Hop oturup hop
kaldırdım çılgınlığı...’’
bahtsızlık, ey nefret, hazinem size emanet.
Azmettim, söndürdüm içerimde insan ümidi adına
ne varsa. Bir yırtıcı hayvan amansızlığıyla atıldım
üzerlerine boğayım diye cümle sevinci.
Cellatlara seslendim, ısırayım diye ölürken
mavzerlerin kabzalarını. Seslendim salgınlara,
boğsunlar istedim, kan içinde, kum içinde beni. Tanrı
bildim musibeti. Gırtlağıma kadar battım çamurlara.
Cürümün ayazında kurundum. Hop oturup hop
kaldırdım çılgınlığı...’’
(Cehennemde Bir
Mevsim)
Bir şiirden her insan
farklı bir anlam çıkarabilecegi gerçeğini bir kenara koyarken, benim nacizane
yorumum ise bu şiirin kendi kısa hayatının kısa bir özeti olduğudur. O uçarı,
sevinç dolu hayatı yaşamak için ömrünü geçirmiş olsada bir çok şair ve yazar
gibi onu da ayrılık vurmuştur. Bu yasak ilişkiden doğan ayrılık belki de onu
ilk başlarda şiire iyice bağlamış olabileceğini tahmin etsekte, daha sonra yine
aynı tahmin yoluyla gelmeyen aşkın ıstırabı ile kendini hayatın diğer
zevklerine ve gezip tozmaya adayan bu dahi çocuk Bartleby Sendromu’nun en genç
üyelerindendir. Her ne kadar bir faydası olmasada biliyorum ki her şiir seven
insan gibi onun kaleminden bir çok şiir okuyup, o ahenkli ve anlam dolu şiirleriyle
sarhoş olmak isterdik.
HART CRANE
Yolun yarısını görmeden
edebiyat dünyasına veda eden bir yazar daha, Amerikalı şair Hart Crane. Amerika’da
yılın şairi ödülünü almış yaşasa belki daha da fazlalarını kazanabilecek bir
yetenek. Ama kısa ömrü boyunca yalnız iki şiir kitabı çıkarabilmiştir.
‘’Ellerinden
bu yana ne sevinç gördü ellerim,Ne de “elveda”dan bu yana bir gülüş salıverdi dudaklarım.
Dönerek açılan bir deniz kabuğu gibi sessizce
Geçerken gün genişler aramızda mesafe.
Açlığa ve yalnızlığa rağmen dayanır aşk yine de.
Yüreğimin çevresine tutunur her gece
Bir kumrunun kanatları taşkın nezaketle,
Ve buluşma yüzüğündeki aşınmış mavi taş daha da parlar.’’
(sürgün)
Aşka aşık bir şair daha. Şiirindeki hiç gelmeyecek ama o beklenen kadın hep acaba diyerek güne uyandırıyor insanı. O hoş o tavırlı melankolik hava bir akşamüzeri gibi çöküyor insanın yüreğine sessizce ama derinden. Sonrasında kadın gelmez ve adam terk-i diyar eyer. İşte belki de tamda bu şekilde oldu Hart Crane’in zamansız vedası.
’’çölde hayvani, çıplak bir yaratık gördüm
yere çömelip oturmuş,
avuçları arasında tuttuğu yüreğini
yiyordu.
"lezzetli mi dostum" diye sordum.
"acı...acı" dedi.
"ama acı olması hoşuma gitti.
"çünkü o benim yüreğim."
Onun yüreğiydi bu şiirleri yazan, yine onun yüreğiydi belki de her şair gibi gelmeyen aşkı bekleyen ve yine onun yüreğiydi yazmaktan ve hayattan vazgeçen. 1932 yılında ne var ne yoksa bırakıp bir gemiye atlayıp, belki de ona gelmeyeni bulmaya gitti Hart Crane. İki rivayet vardır ölümüyle ilgili. İlki bu deniz yolculuğuna çıktıktan sonra bir daha hiç görülmediğidir. İkincisi ise yine aynı deniz yolculuğunda insanların gözü önünde son sözünü söyleyip okyanusun serin sularına aynı zamanda ölümün kucağına atlamasıdır. Son sözleri ise bir Bartleby üyesine yakışır şekildedir: ‘’hepiniz hoşça kalın’’.
JEROME
DAVID SALINGER
J.D. Salinger, belki de Bartleby üyelerinin en Bartleby olanıdır. Bilmiyorum Amerikalı ve başyapıtı Çavdar Tarlasında Çocuklar’dan bahsetmeye gerek var mı? Salinger yazarlık hayatı boyunca edebiyat dünyasında büyük ilgi görmüş bir yazardı. Hatta yazarlığı bıraktıktan sonra bile hayranları onun peşini hiç bırakmadı ama o okurlarını terk etmeyi tercih etti.
’’Ben kimsenin ardından, "İyi şanslar!" diye bağırmam. O ne korkunç bir sözdür, bir düşünürseniz.’’
Kimse de onun arkasından iyi şanslar dileyemedi. Sessiz sedasız bir gün yazmayı bıraktı ve tam 45 yıl boyunca elini kaleme sürmedi. Ne bir satır yazısı çıktı ne bir fotoğrafı yada bir söyleşisi. Herkesten her şeyden kaçtı.
’’Yaşlanmak; imkânlarınızın artması; ama onları kullanma gücünüzün kalmamasıdır’’
Gençlik yıllarında kaldığı yatılı okulda geceleri yatağında gizlice yazmaya başlama serüveni bir yaştan sonra yine gizlice sona eren Salinger’in yaşlanınca imkanları kullanacak gücünün kalıp kalmadığını bilemesek te ardında peşine dedektif takacak, yaşadığı evin önünde bekleyen bir çok okurunun olduğunu biliyoruz. Ne oldu yazmayı belki de edebiyat dünyasının zirvesindeyken bıraktı? Bu cevabı olmayan sorular cennetinde yerini alırken J.D. Salinger’de 2010 yılında söylentilere göre merak sardığı Budizm’deki nirvanaya ulaşıp bu dünyaya bir Bartleby olarak veda etti.
JUAN
RAMON JIMENEZ
Juan
Raman Jimenez 1956 yılında Nobel Edebiyat ödülünü almış büyük bir ustaydı.
Edebiyat hayatına şiir yazarak atılan Jimenez iki tane şiir kitabı yayınladı.
Ama daha sonra şiirleri ona çok duygusal geldi ve bu kitapların neredeyse bütün
nüshalarını toplayıp yok etmeye çalıştı. Yazarın kendi şiirlerinden bu derece
utanması hayli ilginç. Bir çok şair ilk dönem şiirlerini yok saymış hatta
kendisinin yazdığını inkar eden bile olmuştur ama tamamiyle yok etmeye çalışmak
sanırım Bartleby Sendromu’nun başlangıcı olabilir.
"sana çizgili bir kağıt verirlerse
sen öteki türlü yaz.’’
Yazma
biçimine oldukça önem veren Juan Roman Jimenez yazdıklarını sürekli silip
baştan yazan bir yazarmış. Edebiyatçı olmak zaten bunu gerektirir. Elindeki ile
yetinmeyip sürekli daha iyisini, yapabildiğinin en iyisine ulaşmaya çalışmak.
Jimenez de bunu yapmaya çalışan yazarlardan biriydi. Ta ki eşi, sekreteri,
ilham kaynağı ve kısacası her şeyi olan Zenobia’sını kaybedene kadar. Hayat
ortağını kaybeden bir adamın belki onun için geride kalan tek şey olan kağıda
ve kaleme sarılmasını beklerken o tam tersine Nobel ödülünü fırlatıp, kağıda ve
kaleme küsmüş ve bir daha tek bir satır bile yazmamıştır. Ömrünün son yıllarını eşine kavuşacağı günü
bekleyerek yaşamıştır. Belki de Bartleby olmasının nedeni en duygusal ve aşk
dolu yazar olan Jimenez’in şu sözü ise Bartleby Sendromu’nun aforizması olacak
cinstendir:
“Benim en iyi yapıtım, yapıtlarımdan
pişmanlık duymak olmuştur.”
JACQUES
VACHE
Dünya savaşının
psikolojisini alt üst edip, melankoliye ve intihara sürüklediği bir yazardır
Jacques Vache. Ordudayken söylediği şu sözler onun ve milyonlarca insanın bu ne
için savaşıldığı bilinmeyen savaşta ölmek istemediğinin kanıtıdır.
"savaşta ölmeye niyetim yok... istediğim
zaman ölmeliyim ve
yanımda birileriyle. tek başına ölmek sıkıcı, en iyi arkadaşlarımdan biriyle
ölmeyi tercih ederim"
Ünlü eseri ‘’Savaş Mektupları’’
sürrealizm’in en önemli mihenk taşlarından biri olarak kabul edilir. Tabi o bu
eserinin yayımlanmasını göremeden bu hayattan vazgeçip gitmiştir. Henüz 23
yaşındayken tamda istediği gibi 3 arkadaşıyla birlikte bir otel odasında yüksek
dozda uyuşturucu alarak intihar eden Vache yaşasaydı belki de savaş ve
sonrasındaki insanların içindeki boşluğu anlatacağı bir çok eseri olabilirdi.
Melankolisi, hayattan ve edebiyattan vazgeçişini o savaş ve sonrası döneminde
yaşamadığımız için anlamamız zor olduğundan çok büyük cümleler kurmadan ölmeden
önce söylediği rivayet edilen ve Bartleby Sendromu’nuda açıklayan sözlerle
yazımızı bitirelim.
‘’sanat aptallıktır’’
KISSADAN HİSSE ŞİİRİ
- BİR HAYAT DÜŞÜN -
Bir hayat düşün
Birkaç ömürden fazla olsun
İnsanlar yorulsun, geceler uzasın
Dünya kararsın diye değil
Gündüzler kısalsın diye
Birkaç kurşun daha az sıkılsın diye
Birkaç ömürden fazla olsun
Adam hapse düşmesin
Sevdiğine küsmesin
Duvarı olmayan hapishaneler olsun
Kimse sevdiğini öldürmesin
Bir hayat düşün
Birkaç ömürden fazla olsun
İntiharın kıyısında
Omuzuna bir kuş konsun
Hayat dursun
Mutsuz ölümlere bir son olsun
Bir hayat düşün
Birkaç ömürden fazla olsun
Ölümüme saatler kala
Bir yola çıktım
Sonunda umut var bu yolun
Bu umudu anlatsam anlayamazsın
Çok geç olmadan yazayım
Belki o zaman ölüme aldanmazsın
SEMİH AYDIN
3 Yorumlar
Bartley martley sendromunu bilmiyoruz bize lütfen şovenizm propogandası yapmayın kardeşim. Müslüman mahallesinde salyangoz sattırmayız..!
YanıtlaSilMerakla beklediğim yazınız yayınlanmış hemen okuyayayim dedim kendime bı kahve yaptım ve okumaya başladım bı şaheser olmuş. Tıpkı Erzurumlu bı arkadaşa sahipmiscesine kelimeleri kullanmissiniz. Gayet yerinde buldum her detayı yeni yazılarınız bekliyoruz Semih bey lurfen yazmaya devam ediiinnnn
YanıtlaSilSemih beyi bende büyük bir zevk ve ilgiyle takip ediyorum umarım bir gün beraber karşılıklı kahvemizi yudumlarken Darwin’in evrim teorisinden girip Arif’in Mençıstır’a attığı golden çıkabiliriz
YanıtlaSil